top of page

BENLİĞİN KENDİ KTİDARSIZLIĞI PENÇESİNDEKİ KAYBOLUŞU: O BEN DEĞİLİM

  • Yazarın fotoğrafı: Can Turbay
    Can Turbay
  • 12 Ağu 2023
  • 4 dakikada okunur

Tayfun Pirselimoğlu için modern sinemamızın mihenk taşlarından biri desek yanlış olmaz. Yıllar içinde yarattığı kendine has sinema dili, gündelik hayatla hemen bağdaştıramayacağınız gerçeküstü hikayeleri, Yunan yönetmen Lanthimos benzeri bir oyuncu yönetimi ile donuk bakışlı, hayalsiz karakterleri ve bütün bunları harmanladığı kalburüstü senaryolarıyla bir sinema kimliği oluşturmuş durumda. Nasıl ki Wes Anderson’un herhangi bir filmi için Wes Anderson diye bir yönetmen olmasaydı da bu filmin yönetmeni Wes Anderson olurdu diyebiliyorsak aynısı yerelde Tayfun Pirselimoğlu için de geçerli. Tüm bunlara ek olarak yine imzası diyebileceğimiz bir olay var ki bana göre, kendi sinemasının en güzel detayını bu oluşturuyor:’’Memleketdaşlılarımızın ruhlarının derin analizi.. Gözümüze sokmadan, herhangi bir zaafı dramatize etmeden, olduğundan farklı göstermeden ama bunu bahsettiğimiz kendine has özellikleriyle yapan bir yönetmen var karşımızda. Kuşkusuz kendi insanını oldukça iyi tanıyor. Fakat bu farklı bir tanıma! Sokakta gördüğü insanın veya yarattığı karakterlierinin yüzüne baktığında gördüğü bir çift göz veya kulaklar olmuyor, bunun daha ötesini yani kişinin benliğini görüyor. Bunu da beyazperdeye taşıyor. Muazzam!





Yukarıdaki girizgahta dilim döndüğünce özetlemeye çalıştığım yönetmenin sinemasının bütün izlerini bu filmde görmemiz mümkün. Konusunu özetleyip filme daha derin bir atlayış yapacak olursak oldukça içe dönük ve ilerleyen yaşına rağmen henüz evlenmemiş olan Nihat, tabiri caizse Tanrı’nın yalnız adamlarından bir tanesidir. Rutin hayatının değişmez bir parçası olan hastane kantininde elinden gelen her işi yapıp zaman öldüren karakterimiz yine orada çalışan Ayşe’nin hayatına oldukça tuhaf bir yerden dahil olmasıyla benliğini, olduğu kişiyi ve tüm hayatını sorgular. Yaptığı sorgulamayı gözlerinden okuduğumuz Nihat’ın bir değişimin ateşini yakacağı su götürmez bir gerçek haline gelir! ‘’Bir ihtimal daha var, o da başka biri olmak mı dersin?’’ sorusunun olumlu cevabına inanmak isteyen insanın trajikomik bir hikayesi..


(Yazının bundan sonrası doğal olarak tat kaçıran detaylar içerebilir, fakat içermeyebilir de! Bakış açınıza bağlı) Filmi izlerken ilk aklıma gelen Zeki Demirkubuz’un Yazgısındaki ‘’Musa’’ karakteri oldu. İki karakterin ortak noktaları yüzlerinde görünen vurdumduymazlığa sebep olan varolmanın verdiği dayanılmaz acı. Onlar umursamaz veya kötü insanlar değiller, sadece bu geçmeyecek ruhsal sıkıntının verdiği acıyı böyle yaşıyorlar. En büyük farkları ise Musa karakteri bu acıyı tamamıyla kabullenmiş, olduğu kişiyi değiştirmeye veya yok etmeye çalışmıyor. Nihat ise farklı.. O içten içe bu sıkıntılardan büyük rahatsızlık duyuyor. Bİr değişim, bir özbaşkalaşım arıyor en nihayetinde. Fakat kolay değil! O acıyla baş etmenin vurdumduymazlık yolunun seçenlerin en büyük laneti hayattaki her şeye kayıtsız kalma ve tembelliktir. O yüzden yazarın şu sözü gelir insanın aklına: ‘’Kendimi mi öldürsem yoksa bir fincan kahve mi içsem?’’





Bunu Nihat adına şu şekilde de değiştirmemiz mümkün: ‘’Bugün başka biri mi olsam yoksa patatesleri mi soysam?’’ Zira yukarıda bahsettiğimiz sorgulamayı en derininde yaşıyor Nihat. Memnun değil; işinden, arkadaşlarından, evinden veya başka bir şeyden bahsetmiyorum. Kendinden memnun değil! Sanki kendisi, adının Nihat olmasına kadar her şeyine nefret dolu. Bir yolu olsa bir yöntemi olsa kendini baştan aşağı yok edip yenisini yaratacak: yeni bir benlik… Evinin dekoru, duvarları ve ışıksızlığı bile bize anlatıyor bu durumu. Burada, yönetmen için iki parantez açmak istiyorum: İlki, kendisinin gerçekliği her zaman ilk sıraya koymadığını söylesek de Nihat karakterine evinizde, bakkalınızda, iki sokak ötenizdeki parkta veya memleketin aklınıza gelebilecek dört bir köşesinde rastlayabilirsiniz. Memleketdaş bireylerimizin bir aynası Nihat, kırık bir aynası! Tek fark belki hiç evlenmemiş olması olur zira Nihat görücü usuluyle veyahut evlenmek için sevmeden biriyle evlenmiş olsaydı yani onun kadın bir kopyasını görseydik cuk oturmuş olurdu! Türk aile yapımızın evliliklerine bakın bir sürü Nihat göreceksiniz, zaten bu kadersiz eşlerin tek ortak özelliği bu. İkinci parantezim ise bu sorgulamayı diyaloglarla anlatmak yerine nerdeyse her sahnede kullandığı geniş açı tekniğiyle göstererek hissettirmesi. Yakın plan yüz çekimlerini tercih etmeyip, objektifi tamamıyla nesnel bir pencereye konumlandırarak bize zaten yıkılmış bir hayatın sona kalan parçalarını gösteriyor yönetmen. Bu yüzden bu film ayrı bir yönetmen başarısı taşıyor benim gözümde. Tabii ki bu geniş açıların ve az diyalogun yarattığı dezavantaj ‘’filmin zor izlenebilirliği’’. Özellikle ilk yarısındaki akış oldukça yavan ve seyirciye ‘’hadi bir şey olsun artık dedirten cinsten’’. Fakat bunu asla olumsuz bir yorum olarak yapmıyorum! Zaten yönetmenin bahsettiğimiz kendine has sinema dilinin bir ayağı da bu. Ayrıca sorun bundansa bizim odaklanma ve dikkat süremizi kendi ellerimizle yerle bir etmemiz de olabilir, kim bilir!





Karakterimiz kendi benliğinden öylesine kopmuş ki bir an bile kendi için bir şey yaptığını veyahut ruhunu beslediğini görmüyoruz. Hatta durumun vahimliğini şuradan da anlayabiliriz: Yerine geçtiği adam evrakta sahtecilikten içeri girmiş ve orada iki kişiyi öldürmüş. Yani bir katil! Karısına da yaptığı fiziksel/psikiolojik tüm şiddetler de cabası. Yani şöyle bir baktığımızda Necip’in karakteri ve hayatı Nihat’tan da kötü! Nihat yerinde yüz kişi olsa belki yüzü de bu seçimi yapmaz. Fakat! Durum başka. Nihat’ın benliği yalnızlıktan, hiçlikten öylesine çürümüş ki artık ölmüş. O yüzden yerine geçecek kişinin ne olduğunun hiçbir önemi yok. Bundan sonrası yönetmenin hem senaryoda hem de yönetmenlikte ustalık işinin seyrine dönüyor. Nihat’tan Necip’e yani bir insanın başka bir insanın yerine alması ancak bu kadar güzel gösterilebilirdi. Anlatarak değil, hissettirerek… Önce bir ayakkabı, sonra gözlük derken Nihat, Nihat’ın bu hayattaki varlığıının tüm izlerini siler ve Necip olur. Bu uğurda kendisinin bile işlemediği bir suçtan hapse girip firari olmayı bile göze alır. Peki başarır mı? Nihat gerçekten Necip olabilir mi? Başka bir hayat yaşamamız, benliğimizi yok edip başka bir benliğe geçmemiz mümkün mü? Tüm bu sorulara filmin, iyi düşünülmüş sonuyla tokat gibi bir cevabı var: Kendi yarattığın cehenneminden kaçamazsın…

 
 
 

Comments


“Günaydın! Olur ya belki sizi göremem; iyi günler, iyi akşamlar ve iyi geceler ! ”

  • You Tube
  • Instagram
  • Twitter
bottom of page