YAŞAMAK GÖREN GÖZLERİN DE ÖTESİNDEDİR: CLEO FROM 5 TO 7
- Can Turbay
- 23 Ağu 2023
- 4 dakikada okunur
Samimi, içten, tanıdık... Agnes'i ve sinemasını en iyi anlatan, benzer yapıdaki bu üç kavrama yönetmenlerin kendi filmlerinde ulaşabilmesi oldukça zordur. Agnes ise bunu nefes alıp vermek kadar doğal bir içgüdüyle yapar, eksiksiz bütün filmlerinde hem de! O yüzden onun film külliyatında bir ayrım veyahut sıralama yapmak imkansıza yakındır. Yine de bazı yapımları bu olağanüstü filmografide sıyrılmış ve Agnes'i dünyaya tanıtma şansını yakalamıştır. ''Cleo from 5 to 7'' de akla gelebilecek ilk örneklerden olup çoğu sinemaseverin favori Agnes filmi konumundadır.
Agnes kamerasını, kansere yakalanmış olduğundan şüphelenen güzeller güzeli Cleo'nin doktorun nihai durumu açıklamasına iki saat kala olan sürece çevirir, Saat beşten yediye! Biz bu iki saatlik dilimde Cleo'nun hayatının oldukça küçük bir kısmına şahitlik etmiş olsak da onun tüm kaygılarını, insan olma çabasını, anlam arayışını ve var olma içgüdüsünü gözlemleriz. Hem karakterinin iki saatlik hayat süresine hem de kendi filminin doksan dakikalık süresine tüm bu sorgulamaları öyle güzel yedirir ki film bittiğinde hepsinin ağırlığını kafanızda hissedersiniz fakat nasıl oraya geldiğinden bihaber haldesinizdir. Agnes bunu, üzerine saatler harcadığı belli ince ve kısa diyaloglarla ve oldukça yenilikçi plan sahneleriyle yapar.
Biz Cleo'nun hayatına açılış sahnesindeki tarotlarla gireriz. Bu iyi düşünülmüş sahnede karakterimizin bütün korku ve endişelerini takır takır görmemiz daha ilk saniyeden kendisiyle bir bağ kurma adına büyük önem taşır. Tarot bakılırken konuşmalar öyle içten ve hararetlidir ki sanki o masada biz varmış da kendimize/en yakınımıza fal bakılıyormuş gibi hissederiz. Değişim, ölüm korkusu, hastalıklar, aşk ve ilişkiler gibi bütün insani değerler tarot kartlarıyla beraber o masaya yatırıldığında Cleo gibi biz de sarsılırız. Doktordan yeni gelen Cleo bir de üstüne kartlarda umduğunu bulamayınca hepimizin gireceği türden bir ümitsizliğe girer ve bir nevi kendi ölümünü ilan eder.
Filmin ilk kırılma noktası burada gelir: İki saatten az bir süre kala faldan da umduğunu bulamayan Cleo, kendine aynadan baktığında iyi hisseder ve şu sözleri söyler.
''Kaçma Sevimli Kelebek, Çirkinlik Ölümün Bir Şeklidir. Güzel Olduğum Sürece Yaşıyorumdur!''
Bu sözler ne egodan ne de kendini beğenmişlikten dökülür ağızdan. Cleo güzelliğinin farkındadır ve sadece kendini sevmektedir (hepimizin ihtiyacı olan yegane husus). Kendisine yardım eden hizmetçisi ise bütün bu durumu Cleo'nun şımarıklığına ve ilgi istemesine bağlar. Yani ölüm korkusu bile burada daha fazla ilgi çekebilmek için araç konumundadır. Devam eden sahnelerde Agnes akıllıca bir yol izler ve bu düşünceye hizmet edecek şekilde hikayeyi dizayn eder. Bu sırada gerçekten biz Cleo'nin sadece ilgi meraklısı sığ bir insan olduğunu düşünürken büyük değişimin ilk kıvılcımı yanar. “Sans-toi” şarkısını söylerken geçirdiği bir nevrotik patlama, kırılma anıdır. Piyanistinin ve söz yazarının durmadan onu alçaltması, aptallaştırması artık dayanamayacağı bir noktaya varır. Biz bunu yaşanılanlardan sonra Cleo'nin, salı günleri herhangi yeni bir kıyafet giymemesine kadar dikkat ettiği gösterişli giyimini ardında bırakıp düz gösterişsiz siyah bir elbise giymesini ve ayrıca kafasındaki peruğu da çıkartıp kendi saçına döndüğünü görürüz. Bu bir başkaldırışın sembolik anlatımıdır adeta. Yaptığı farklılığa rağmen tıpkı ilk hali gibi çok güzeldir Cleo, hatta belki çok daha güzel! Zira doğaldır ve kendi halinde olmak istediği gibi olmuştur.
Peruklu saçına eşlik eden şık beyaz elbise dışarıdaki erkeklerin ona nasıl hayran hayran baktığını gördükten sonra aynı kadın olsa da bu haline gelen bakışların nasıl değiştiğine şahit oluruz. Burada Agnes bizim tabirimizle ''el alem ne der?'' şeklindeki toplum baskısını çok güzel özetlemektedir. Beyaz elbiselerinden sıyrılıp siyahlara bürünmesi, peruğunu çıkartıp daha doğal haline dönmesi etrafında ona yöneltilen bakışların yarattığı sınırlardan ve bu sınırlar tarafından oluşturulmuş benliğinden kaçmak için ilk adımdır. Cleo için bunların hiçbiri önemli değildir zira kıvılcım artık ateşe dönüşmüştür. Sonrasında gelen bir arkadaşı ve hiç tanımadığı bir adamla konuşması da bize gerçek Cloe'yi gösterir. Derdinin ilgi veya gösteriş olmadığını sadece herkes gibi korku ve endişelere kapılıp onları yaşamak istediğini anlarız. Nitekim ilk defa tanıştığı adamla olan insancıl ve gündelik sohbeti onu bu sıkıntılarından da kurtarıp rahatlatır.
Filmin büyük bir kısmını Cléo’nun sokakta yürürken, kafede otururken karşılaştığı insanların bakışları oluşturur. Yabancılar tarafından, en yakınındaki insanlar tarafından sürekli bir bakışa maruz kaldığını hisseden Cléo, vitrine konmuş bir tüketim nesnesi halindedir. Çevresindeki herkes tarafından devamlı olarak bir gösteri malzemesi gibi izlenip tüketilmektedir. Filmde zaman zaman gösteri-izleyici dinamiğini kuran sahnelere de yer verilmiştir. Bu durumun gerçekliği bir çeşit muammadır ancak Cléo’nun bakış açısından baktığımızda bu oldukça rahatsız edici bir durumdur.
Hikayenin bize hissettirdiklerinden çıkıp nedir bu filmi bu kadar iyi yapan unsur/unsurlar diye soracak olursak kuşkusuz ilk sıraya Agnes'in auter yönetmenliğini koymamız gerekecektir. Birçok sahneye koyduğu aynalar, camlar ve pencereler sayesinde içinde bulunduğu planın perspektifini genişletir ve sahneyi alabildiğince büyütür. Sanki o sahneyi çift taraftan izliyormuşuz gibi hisseden bizler de filmin atmosferine ve yarattığı dünyaya kolaylıkla girmiş oluruz. Sahnenin içindeymiş hissiyatı uyandıran bu dekor kullanımı tabii ki de yönetmenin imzası haline gelmiştir. Buna ek olarak da incelikli fakat oldukça minimal kamera hareketleri ve kullanımı bizi tamamıyla filmin içine çeker. Fazla cut atmadan kimi yerlerde takip tekniğini kullanarak Agnes bizi bir an olsun filminden koparmaz. Odak süremizin on beş saniyelik Tiktok videolarına indiği şu günlerde bu olağanüstü kamera kullanımı bizi 90 dakika boyunca ekrana kitler ve kendine hayran bıraktırır.
Agnes, filminin içinde kendine has bir şekilde oluşturduğu yenilikçi sahneler barındırır. Fransız Yeni Dalga Sinemasının da öncülerinden biri kabul edilmesi bunla ilişkilidir. O yeniliğe her zaman açıktır ve bu şekilde kendisinden sonra gelenlere ilham verir. Nitekim 61 yıl önce çıkan filmde dışarıdaki toplumu seyredebildiğimiz taksi sahnesi Taxi Driver filmini, Paris sokaklarında düşünceli bir şekilde yürüyen Cleo ile Frances Ha filmini, Cleo'nin tek başına kafeye gidip insanların gündelik konuşmalarını dinlediği sahne ise Oslo 31 August filmini hatırlatır. Değişime açık Agnes'imiz kuşkusuz sayısız yönetmene ve filme referans olmuştur.
Her daim duyarlılığını koruyan yönetmen bir bireyin hikayesini anlatıyor gibi gözükse de kendi toplumuna da yer vermekten asla kaçınmaz. Özellikle bunu taksi ve kafe sahnelerinde görürüz ki burada Paris sokaklarındaki Fransız toplumunu en doğal haliyle gözlemleme fırsatı buluruz. Aynı şekilde radyodan duyduğumuz haberler bile özenle seçilmiştir ve bu amaca hizmet eder. Bir diğer olmazsa olmaz da Agnes'in filmlerinde kullandığı güçlü kadın figürüdür. Cleo'nin hizmetlisi ile bindiği taksinin şoförü kadındır. Aralarında geçen sohbetten de kadının zorluklara göğüs geren dirayetli bir yapısının olduğunu anlarız.
Comments