top of page

Sana Tekrar Merhaba Demek İstiyorum: Still Alice İnceleme

  • Yazarın fotoğrafı: Can Turbay
    Can Turbay
  • 24 Oca 2023
  • 3 dakikada okunur

Kollarımız, bacaklarımız, gözlerimiz, aklımız veya hislerimiz… Nedir bizi insan yapan yegane şey? Kuşku yok ki bu saydıklarım ve diğer tüm parçalarımız bir bütünlük içinde var olup yaşam adını verdiğimiz kavgada bize yardımcı oluyor. Fakat! İşleyişine, farkına her vardığımızda hayran kaldığımız bu bütünlüğün tabiri caizse kurucu başkanı kim? Doğduğun andan itibaren çevrendekilerin sana aynı adla seslenmesini sağlayan şeyin yani benliğini oluşturanın ne olduğunu düşünüyorsun? Nüfus olarak 8 milyarı devirdiysek bu sorulara abartısız binlerce belki milyonlarca farklı cevap alabiliriz. Çünkü doğduğumuz topraklar, yetiştirildiğimiz değerler veya edindiğimiz tecrübeler her birimiz için farklı. Fakat! Az önce saydığım bu oldukça önem arz eden unsurları dahi bir çatı altında toplayabilecek bir güç var. Benim de başta sorduğum soruların cevabı ayni zamanda: Hafıza! Filmimiz de kafanızda benzer soru ve sorgulamalar varsa cevabın bu olup olmadığı noktasında sadece düşünmenizi istiyor. Nasıl mı?





Hiçbir hastalığın herhangi bir iyi yani olmasa da demans veyahut da alzhemir gibi hastalıklar, fiziksel açıdan neredeyse hiç etki doğurmamalarına rağmen hastalığa sahip insanlara ve tabii ki çevresindekilere dayanılamayacak acılar yaşatıyor. İşin buradaki en kötü kısmı ise bırakın iyileşmeyi veya geriletmeyi, teşhis konulup hastalık öğrenildikten sonraki süreçte ne yaparsanız yapın hastalığı ayni düzeyde tutma şansınız bile yok. Filmdeki kırılma noktaları da tam bu düşüncenin üzerine kuruluyor. Hastalık daha çok ama çok yeniyken Alice'in kocasına "keşke kanser olsaydım" diyişini aklınızdan çıkartabildiniz mi? Kanserin, sonu büyük ihtimalle ölüme çıkacak bir hastalık olduğunun farkındalığını taşıyorken niçin Alice'in bu dediğini yadırgamadık. Zira bu hastalığın kaçınılmaz sonucu da bir ölüm hatta ölümden de beter. Aslında sen yaşarken ölüyorsun hem de geri kalan yaşantının her saniyesinde… Ne yazıktır ki daha da acı olan, hiçbir seyin farkında olmadığın gibi öldüğünün de farkında degilsin! Sadece seni seven bir avuç insan bunun farkındalığıyla başbaşa, sen değil. Tam da bu yüzden inanılmaz zeki ve başarılı bir dil bilimci, zamanı geldiğinde (bu hareketinin ailesini ne kadar üzeceğini bilecek olsa da) birkaç ay sonraki kendisine intihar etmesini emrediyordu. Bu kabul edilemez gibi gözükse de hastalığı oldukça ilerlemiş Alice'in yüzündeki saf, çocuksu ve bir o kadar da boş ifadenin hemen karşısında hastalığı yeni başlamış ve her şeyin farkında olan Alice'in yüz ifadesini ekranda görmemiz ve ikisinin çarpıcı farkını hissetmemiz aslında bunun ne kadar kabul edilebilir yani anlaşılabilir bir şey oldugunu kanıtlıyor.




Dram unsurunun dozunu ayarlamak, ipince bir çizginin etrafında dolaşmaktan ibarettir ki fazlası işi duygu sömrüsü ve hatta seyirci ilgisini manipülasyona götürebilecek iken azı da anlatmak ve vermek istediğiniz duygunun izleyiciye yeteri kadar geçmemesi sonucunu doğurabilir. Filmin belki de en güçlü yanlarından biri bu dram dozunu çok ama çok iyi ayarlaması olmuş. Alice ve ailesine oldukça üzülmemize rağmen onların kendi içlerinde barındırdığı umut ve bir yandan da her şeye rağmen hayata devam etme içgüdüleri bize de yansıyor. Bu şekilde kendilerine gereğinden fazla bir acıma duygusu içine girmiyoruz. Bize ne hissetmemiz gerektiğini söylemeyip özgür bir duygusal alan yaratan filmin kurgusu, müzik kullanımı ve karakter tanımlamaları da tam bu amaca hizmet eder nitelikte.




Filmin, sizi herhangi bir yana çekmeye çalışmasa da içinde bir mesaj ve bunu yine de size bir şekilde ulaştırma kaygısı taşıdığı çok açık. Bunu, muhakkak en etkilendiğimiz sahnelerden biri olan Alice'in o topluluğunun önündeki konuşmasında yakalıyoruz. Bir yandan oldukça başarılı bir kariyer inşa ederken bir yandan da dışarıdan bakıldığında gıpta edilecek bir aileye sahip olan Alice'in elindeki tek şey bunlar ve anıları. Karşısında ise elindeki bu tüm güzellikleri alıp götürecek kaçınılmaz bir son...


Böyle bakınca biz de, Alice de onun kaybedecek ne çok şeyinin oldugunu hissediyoruz. Filmde narin ve ruhunuza işleyen müziklerin de desteğiyle içinize çöken o kasvetli üzüntünün sebebi tam olarak da bu. İzlerken gelen o his bile sizi ekran basında pes ettirmeye yetecek güçte, hatta bunu serçe parmağyla bile yapabilir. O zaman düşünün, Alice'i de aynı sizi alt ettigi gibi alt etmesi çok kolay degil mi? Değil, olmamalı! "Dile kolay kalbe değil" tanımının vücut bulmuş hali bu çıkışımı sizlere paragraflarca anlatabilirim fakat onun yerine Alice'in konferans salonundaki konuşmasından bir kesit aktarıp yazıyı sonlandırmak istiyorum:



“Lütfen acı çektiğimi sanmayın. Acı çekmiyorum, mücadele ediyorum. Bir şeylerin parçası olmak için mücadele ediyorum. Bir zamanlar olduğum kişiyle bağımı korumak için. Yapabileceğim tek şey bu. Ve kendine fazla yüklenme, yitirme sanatında ustalaştığın için.

Son Yazılar

Hepsini Gör

コメント


“Günaydın! Olur ya belki sizi göremem; iyi günler, iyi akşamlar ve iyi geceler ! ”

  • You Tube
  • Instagram
  • Twitter
bottom of page